Raoul TUBIANA ile bir söyleşi…



Prof. Raoul Tubiana Fransa’da El Cerrahisinin anahtar kişilerinden birisi ve aynı zamanda Merle d’Aubigne disiplinlerinin ilklerindendir. Kendisi hala aktif olarak çalışmaktadır ve bize cerrahi kariyerinin ilk yıllarını anlatmak üzere ve kendisini adadığı uzmanlığına canlı bir bakış atabilmemiz için bize vakit ayırmıştır:


MO: Prof. Tubiana, kendinizi bir ortopedist olarak adlandırır mısınız?

RT: Ben El Cerrahisinde uzmanlaşmış bir ortopedistim ve rekonstrüktif cerrahinin de tüm alanlarına oldukça ilgiliyimdir. Bana göre ortopedinin alışılmış konseptlerinden ayrılan tek alan budur. Tıp eğitimimi Paris’te aldım. O zamanlardan hatırladığım, Pasteur Valery Radot’un öğrencisi olarak çalıştığım ve klinik araştırmanın zevkine orada vardığımdır.


MO: Bize uzmanlık eğitiminizden bahsedebilir misiniz?

RT: Uzmanlık eğitimime Petit Dutaillis’in yanında 1939 yılında beyin cerrahı olarak başladım ancak savaşın başlaması ile birlikte kısa bir süre sonra savaşa gittim. Savaş dönüşü tekrar Salpetriere’de Antonin Gossest’in departmanının bir bölümünde çalışan Petit Dutaillis’in yanına döndüm. O zamanlar beyin cerrahisi bir disiplin olarak yeni yeni ortaya çıkmaktaydı. Patronum her ne kadar iyi bir adamsa da çabuk sinirlenen biriydi ve bitmek bilmez ameliyatlar ve çok sayıda ölüm kendisine pek uymuyordu. Bunlara rağmen, beyin cerrahisinde aldığım bu eğitimin bana fayda sağladığını daha sonra farkettim.


MO: Daha sonra ne yaptınız?

RT: Doğal olarak uzmanlık eğitimime Antonin Gosset ile devam ettim. Onun departmanı abdominal cerrahiye adanmış bir tapınak gibiydi. Daha sonradan bu geniş hastane departmanları giderek ortadan kayboldu; ancak, ben onları sever ve iyi yönlerini takdir ederdim. Gosset kariyerinin sonlarındaydı ve çalışma stili savaş tarafından hiçbir şekilde etkilenmemişti. Haftada üç sabah operasyona girerdi, bir uzman, bir kıdemli asistan ve retraktörleri tutan bir çömez asistan tarafından asiste edilirdi. Güne her zaman eli ısınsın diye appendektomi ile başlardı ve sonra histerektomi ile devam eder ve gastrektomi veya kolesistektomi ile tamamlardı.


MO: Orada az kemik travması vardı, değil mi?

RT: Gosset’in asistanlarından sadece biri lokomotor sistemle ilgiliydi ve o kişi de oğlu Jean’dı. Bana bacak kırıklarında internal fiksasyonu öğrettiği için ve ilk Dupuytren cerrahim sırasında bana yardımcı olduğu için minnettarımdır. Kendimi oldukça güvenilir biri olan ve I. Dünya Savaşı’na katılmış vatansever Funck Brentano’ya yakın hissetmiştim. Onun jinekoloji kliniğinde yıllarca rekonstrüktif cerrahi oturumları yapmıştım. Şaşırtıcı gelebilir ama onun departmanında savaş çok çok az tartışılırdı. Salpetriere de dünyadan kopuk yaşardık. 1942 de Kuzey Afrika’ya gitmek için Fransa‘yı terk ettim. Yolda geçirdiğim pek çok maceradan sonra Cezayir‘e ulaştım ve orduya katıldım.


MO:  Askeri liderlerinizi gördünüz mü?

RT:  Elli yıl sessiz kaldıktan sonra eski asker masallarına başlamayacağım. Savaşın, profesyonel hayatım üzerine olan etkilerini size anlattım. Gerisi de, peki…  Bir savaş anısı istediğinizi görüyorum.  Size de Gaulle’ü ilk gördüğüm zamanı anlatmalıyım.  Bu sahne, hala belleğime kazınmış durumdadır. General gibi bir liderin kendi askerleri üzerinde, sadece sözün kuvvetiyle uygulayabileceği emrin gücünü kendi gözlerimle gördüm. Kuzey Afrika’ya vardığımdan kısa bir süre sonra oldu bu. Constantine’deki Ordu Karargahı’ndaki subaylardan biriydim. Ağabeyimin subaylarıyla birlikte, De Gaulle tarafından düzenlenen bir yemeğe davetliydim. Küçük bir platform üzerinde duruyordu ve üzerimizde bir dev gibi yükseliyordu. Bize, savaşın nasıl da iyi bir dönemece girdiğini anlatarak başladı söze. Ama hemen, sadece düşmanın Fransız topraklarından atılacağı ümidinden yola çıkarak görevlerimizin son bulmayacağını da belirtti. Sonra, Fransa ve dünya hakkında çok aşırı karamsar bir tablo çizdi.


MO: De Gaulle ve karamsarlık! Onu bu kadar endişelendiren de neydi?

RT: Fransa’nın kendi mevcut olan canavarları tarafından sahiplenebileceğinden korkuyordu. Politik partilerin, milletin hayatı üzerindeki olumsuz etkisine devam etmesinden korkuyordu. Dördüncü Cumhuriyet’in hatalarından korkuyordu. En çok da, müttefiklerin Fransa’ya önceden dayatılmış bir politik rejim empoze etmesinden korkuyordu. Müttefiklerin hayatımızı etkilemesinden korkuyordu. Cumhuriyetimizin kanunlarının, kurtarılmış olan tüm topraklarımızda yeniden tesis edilmesi gerekliliğine inanıyordu. Fransa barış sürecinin dışında tutulmamalıydı ve bir süper güç olma vasfını yitirmemeliydi.  Bunu engellemek için, her yerde zaferin bir parçası olmalıydık.  Batılı müttefiklere yardım ederek, Rusya’nın asırlardır süregelen açık denizlere ulaşma atılımına engel olmalıydık. Asya ve Afrika’da bir nüfus patlamasının ortaya çıkacağı da aşikardı ve yeni kurguda, bu insanlar için de yaşanacak bir yer bulunması gerekliydi. Bunu yapmak için, tüm Batı Dünyası bir araya gelmeliydi ve bu hareketin pilotu Fransa olmalıydı. Ama Fransa, bunu yapacak isteğe sahip miydi?  Fransız Askeri Kuvvetleri’nin durumuna bakılırsa, insan tereddüde düşerdi. Hala, bu keskin sessizlikte patlayan o emin sesini duyar gibiyim. General, başlarımızın üzerine doğru bakıyordu; kendi ufkuna doğru bakıyordu. Tüm bu fikirler şimdi gereksiz gibi görünebilir. Ama bunlara o zamanın ışığı altında bakmalısınız. O zamanlar, Almanya hala tüm Avrupa’ya hükmetmekteydi. Bu öngörüler hem gerçek üstüydü, hem de bir kehaneti içinde barındırıyordu. Dinleyiciler olağan bir nutuk bekliyorlardı. İleri düzeyde bir vatanseverlik ve hafif bir intikam duygusu duymak istiyorlardı. Fakat, ortaya attığı ciddi konulardan şaşkına dönmüşlerdi. O zamanlar, Afrika ordusundaki subayların çoğu Giraud’un ve hatta Pétain’in destekçisiydi. Buna rağmen De Gaulle’ün düşüncelerini de desteklemeye ve meraklarından arınmaya başladılar. Bir anda kendilerini De Gaulle’ün dünya vizyonunu paylaşır durumda buldular. Generalin onları dahil ettiği planların saf ölçütü, dinleyicilerin gereksiz dar görüşlerini süpürüp götürdü. Generalin konuşması bittikten sonra, dinleyicilerin dünyaya dönmesi biraz zaman aldı ve gittikleri zaman, çok ciddi bir ruh haline bürünmüşlerdi. Sonra, De Gaulle’e yakıştırılan çirkin “İngiliz Ajanı” iftirası, kalabalığın içinden duyulmamaya başlandı.


MO: Sivil hayata ve Merle d’Aubigné ile buluşmanıza geri dönelim. El Cerrahisine ilginiz nasıl başladı?

RT: Kısmen yeni bir alan olduğundan ve gelişiminde bir rol oynayabileceğimden; Ayrıca, birkaç şanslı durum da el cerrahisinin çeşitli bölümlerinde deneyim kazanmama sebep olmuştu. Savaş sırasında Petit Dutaillis ile birlikte tarvmatoloji, plastik cerrahi ve sinir cerrahisi konusunda çalışmıştım. D’Allaines ile damar cerrahisi ve Merle d’Aubigné ile ortopedi konusunda çalışmıştım. Eğitimimin tüm bu farklı kısımları en sonunda bir araya geldi ve tüm bu bilimleri bir araya toplayan el cerrahisi ortaya çıktı.


MO: Merle sizin ortopedi uzmanlığınız hakkında ne düşünüyordu?

RT: Bu fikrin çok iyi olduğunu düşündü ve hatta beni teşvik etti. Merle d'Aubigné, ortopedi hakkında engin fikirlere sahip olan birisiydi. Bu bölümün sadece kemik ve eklem rahatsızlıklarına sınırlı olamayacağına inanırdı. Bu konular, çok daha geniş bir alanın sadece bir kısmı olabilirdi. Bu geniş alan, el dahil tüm muskuloskeletal sistemin akut travmasını ve tüm rekonstrüktif cerrahiyi de içermeliydi. Eninde sonunda, yavaş yavaş el cerrahisi konusunda uzmanlaşmaya başladım. D’Allaines ile birlikte başladığım ve Cochin’de devam ettiğim postoperatif tromboembolik komplikasyonlar üzerinde çalışmaya başlayınca, bu tür bir komplikasyonun  sebebinin kalça artrodezi olduğunun farkındaydım. Bir süre, tüm füzyon olgularını yapmakla sorumluydum. Aynı zamanda Jacques Duparc’ın tez konusu da olan tromboembolizm riskini derecelendirme için bir sistem de oluşturmuştum. Bunlara ek olarak, Converse ile birlikte plastik cerrahi konusunda da belirli bir bilgi birikimi oluşturmuştum ve bu yüzden, birimimdeki bacak flepleri gibi genel plastik cerrahi işlerinden de sorumlu duruma gelmiştim. Merle d'Aubigné çok otoriterdi fakat iş bölümü yapmayı çok iyi bilirdi.  Böylece, 1949’da sadece genç bir uzmanken beni Quai Voltaire’de kendi konumuna getirdi. Çünkü kendisi Amerika Birleşik Devletleri’ne uzun bir seyahate gidiyordu ve ben de o yokken özel muayenehanesine onun yerine bakacaktım. Savaş sonrası soğuk kışlardan birinde, onun iyi ısıtılmış dairesinde bir yıl boyunca yaşadım. Kendisi çok da sadık bir dosttu. Rekonstrüktif Cerrahi Merkezi, Léopold Bellan Hastanesi için çok büyük gelmeye başladığında ve Foch’a taşındığında, Paris halk hastanesi sisteminden genç cerrahları işe aldı. İlk gelenler Ramadier, Postel ve Meary’ydi. Üçü de onunla birlikte kaldı ve Cochin’deki birimin omurgasını oluşturdular.


MO: Neden bir devlet hastanesi kariyeri sürdürmediniz?

RT: Hizmette ömrümün dört yılını harcadım ve çok farklı durumlar sırasında çok geniş bir cerrahi deneyime sahip oldum. Akademik teoriyle uğraşmaya geri dönmeye niyetim pek yoktu. Özellikle de bunlar bana Salpétrière’de çalıştığım sıradaki kötü günleri hatırlatırken. Tüm boş zamanımı, uzmanlık eğitimine giriş sınavına hazırlanmak için harcıyordum ve çok yoğun eğitim derslerine giriyordum. O karanlık çağların, o çarpık zorlayıcı sınavların arkasından güzel günlerin geleceğine inanacak kadar da saftım. Ayrıca, kendime uygun bir işi her zaman bulabileceğime yeteri kadar inanıyordum. Bu sınavlara o kadar şiddetle karşıydım ki eski askeri personel için ve savaş sırasında görev yapmış kişiler için açılmış sınavlara girmeyi bile reddettim. Neyse ki, Merle d'Aubigné durumumu çok iyi anladı ve bu kafasına yatmıştı. Sonuçta daha genç adaylarla çalışabilecekti. Mağduriyetimi gidermek için, beni çok iyi bir ünü olan Amerikan Hastanesi ekibiyle tanıştırdı ve emekliliğine kadar, biriminin bir kısmını benden daha büyük ve daha küçük birer uzmanla bana emanet etti. Onunla 25 yıldan fazla geçirdim ve oradaki uzmanlık konumum onu daha da iyi tanımama olanak verdi.


MO: Kesinlikle Merle d'Aubigné kendi zamanında çok sayıda cerrah üzerinde derin izler bıraktı.  Onunla yaşadığınız ve şu anda hala gözünüzün önünde olan anılarınız var mı?

RT: Merle d'Aubigné Fransız Ortopedi Okulu’nu kurdu ve bu kuruma danışmanlık sıfatını kazandırdı. Kurumun daha önceden sahip olmadığı disiplinli cerrahi prosedürleri ve kuralları ortaya koydu ve aldığı sonuçları hep iyi değerlendirdi. Bugünkü tüm Fransız ortopedi uzmanları, ondan doğrudan veya dolaylı olarak çok şey öğrendi. Bir okul kurmak için gereken şartların bir araya getirilmesi, gün geçtikçe daha da zorlaşıyor: Kişisel bir karizma, disiplinli öğrenciler, yeterli genişlikte ve aktif bir hastane merkezi, hasta seçimi, cerrahi teknikler ve sonuçların değerlendirilmesi konusunda katı kurallar bütünü ve nihayet ve en önemli olarak doğuştan öğretmenlik vasfı gereklidir. Merle d'Aubigné inanılmaz derecede aydınlık ve düzenli bir zihne, engin bir otoriteye ve bir okula önderlik yapmak için gereken tüm niteliklere sahipti. Etrafındakilerden beklediği yüksek standartların aynısını kendisi için de koyuyordu. Hastanede Mathieu ve Cochin’den miras aldığı küçük Lister kanadı, hedeflerini doyuracak kadar yeterli değildi. Azmi, Ollier kanadında yeni profesyonel Ortopedi biriminin kurulmasıyla ödüllendirildi. Bu bölümde birçok birim vardı ve kendisi Paris bölgesine hizmet edecek olan uygulama ve rehabilitasyon merkezlerini kurdu.  Ayrıca, felçli hastalara hitap edecek bir merkez de kurdu. Böylece, herkesi kucaklayan bir kuruluşu ortaya koydu. Orada devam eden öğretim, Fransa’da ve yurt dışında hatırı sayılır bir etki bıraktı. Haftanın iki günü tamamen öğretime ayrılmıştı. Cumartesileri, gelecek haftanın ameliyat listeleri ortaya konurdu ve tüm hastalar sunulurdu. Her yeni uzman kendi fikrini söylerdi ve son sözü de patron söylerdi. O zamanlar, bu “büyük vizitler” fikri çok yeniydi. Pazartesi sabahları, Merle d'Aubigné bir öğretim kliniği yürütürdü ve öğleden sonraları, bir önceki hafta ameliyat olan hastaların olgu sunumları yapılırdı. Bundan sonra, birimimizin bir üyesi veya bir davetli sunum yapardı. Merle d'Aubigné ortopedi gibi engin bir uzmanlık alanındaki tüm problemlerle başa çıkabilecek son genel ortopedistlerden biriydi; Ayak kırıkları, spinal tümörler, brakiyal pleksus lezyonları, kalça rahatsızlıkları ve el cerrahisi gibi  geniş ve farklı alanlarda uzman görüşü bildirebiliyordu. İşte bundan dolayı, sadece belirli branşlara kısıtlı kalmış gençlerin hayranlığını kendinde topluyor ve onları etkiliyordu.


MO: Bir okul kurmak için gereken şartların bir araya getirilmesi, gün geçtikçe daha da zorlaşıyor dediniz. Neden?

RT: Devlet hastanelerinde olduğu gibi, büyük kliniklerin bölündüğü bir ortamda bir okul kurmak için gerekli olan şartların olgunlaşamayacağı kanısındayım. Tabi ki, eğitim için birkaç birimi bir araya getirebilirsiniz. Ama tecrübeyle sabit olduğu gibi, bu ülkede tedavi konusunda ortak prensipleri ortaya koymak mümkün değildir. Çünkü her birimin şefi işleri kendi yöntemiyle yapmak istemektedir. Bence, yeni okullar İsviçre ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gibi özel kuruluşlarda ortaya konacaktır.


MO: Tüm fotoğraflarda Merle d'Aubigné var. Büyük bir usta gibi duruyor.

RT: Merle d'Aubigné kelimenin tam anlamıyla bir centilmendi. Atalarından Agrippa Dördüncü Henry’nin yoldaşlarından biriydi. Etkileyici yaklaşımı ve seçkinliği, onu diğer insanlardan ayırıyordu. Ailesinin iki tarafı da Protestan rahiplerden gelmekteydi. Çok yüksek standartları ve derin bir adalet duygusunu miras almıştı. Örneğin, hastaların adlarıyla anılması gerekliliğinde ısrar etmekteydi. O zamanlar, herkes “Pasteur koğuşundaki on altı numaralı kadın” gibi söylemlerde bulunurdu. Ancak, kendi demokratik fikirleri onun bazen de toleransını yitirmesine engel değildi.  Kızgınlık nöbetleri efsaneviydi. Bana göre, bu kızgınlık aşırı stres ve sorumluluktan ortaya çıkmaktaydı. Hocası Lecène hakkında, “Sinirleri adeta kopardı” derdi. Bu patlamalardan sonra, ki genelde haksız olurdu, çok etkileyici gözükürdü. Onu tatil yaptığı sırada çok sık görürdüm ve mükemmel bir yoldaş olduğuna inanırdım. Ancak, yatına bindiği zaman onun tayfası olmayı pek de tercih etmezdim.


MO: Tüm zamanlar boyunca bir Cochin adamı oldunuz. Ancak sizin Fransız El Enstitünüz şu anda Judetler tarafından yönetiliyor. Bu nasıl oldu?

RT: Bu iki kuruluş arasında belirli bir rekabet vardı ancak bu rekabet karşılıklı saygıyı hiçbir zaman engellemedi: Merle d'Aubigné, Robert ve Jean Judet’in özel niteliklerine her zaman çok saygılıydı. Judet kardeşler de bana her zaman arkadaşça yaklaştılar. Beni Cerrahlar Koleji’nde ve birçok yerde de desteklediler. Yakın zamanlarda, Jean ve Henri Judet’in bana yaptıkları sıcak davetten çok etkilendim. Kaderin bir cilvesi beni Jouvet Enstitüsü’ne getirdi. Ayrıca Raymond Roy Camille ve Henri Judet de ilk başta Cochin’deydi. Henri Judet en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Çok engin bir dostluk duygusuna sahip olan mükemmel biriydi. Çok cömertti. Onu çok özlüyorum.


MO: 1970’lerde, Jean Gosset ve Marc Iselin ile birlikte Fransa’daki üç el cerrahından biriydiniz.  Bu nasıl bir durumdu?  

RT: Iselin ve Gosset, uzun süre benim hakkımda bilgi sahibi olmadı. İsim olarak kayıtlı değildim ama "Merle d'Aubigné takımı"nın isimsiz bir üyesiydim. El Çalışma Grubu’nu kurduğumda, taşlar yerine oturdu. Merle d'Aubigné sonrası ilk iki başkan onlardı ve sonra François Iselin Cochin’e uzman olarak geldi. Marc Iselin, Fransa’da el cerrahisi öğreten ilk kişi olmanın ayrıcalığına sahiptir.


MO: Jean Gosset, el cerrahisinin bir uzmanlık dalı olması fikrine karşıydı. Sizce neden böyle düşünüyordu?

RT: Bence, Jean Gosset mikrocerrahi tekniklerinin el yaralanmalarının tedavisi üzerindeki etkilerini henüz göz önünde bulundurmamıştı. Bu teknikleri öğrenmek çok uzun bir zaman alır ve her şeyden de öte, her zaman pratik yapmalısınız. Bunu yapmak, önceden o kadar da gerekli görülmeyen özel bir uzmanlık gerektirir.


MO: Tutkulu bir mikrocerrah olmamanıza rağmen öğrencilerinizin bu konuda eğitim görmelerini teşvik ediyorsunuz...

RT: Tutkulu tam doğru kelime değil. Her zaman, mikrocerrahinin bir uzmanlıktan ziyade bir teknik olduğuna inandım.  Bence bir el cerrahı için en önemli nokta işlevsel bir yaklaşıma sahip olmaktır. Sadece bir tekniğe saplanıp kalmak bir el cerrahına yakışmaz. Bunu söylerken, çok uzun zamandır cerrahi yaparken lup kullanıyorum. O zamanlarda yaptığım ameliyatlara uygun olan, İngiltere’de üretilmiş ve altı kat büyüten luplar kullanırdım. Mikrocerrahi popüler olduğunda ben altmışlı yaşlardaydım. Yüksek büyütmeli teknikleri diğer meslektaşlarıma bırakmanın daha doğru olacağına inandım. Avustralya’da mikrocerrahinin babası olan Bernard O'Brien ile aram çok iyiydi. Burada teknik çok büyük bir atılım gösterdi ve sonradan inanılmaz karlı olan bir anlaşmaya vardık: O'Brien, asistanı Wayne Morrison’u yanımıza gönderdi ve o bir yıl boyunca benimle birlikte el cerrahisi yeteneklerini iyileştirdi. Ben de, Alain Gilbert’i O'Brien’ın yanına, Avustralya’ya mikrocerrahi öğrenmesi için gönderdim.  Bu iki genç cerrah daha sonra iki yıl boyunca birlikte çalıştı ve ikisi de uluslararası üne kavuştu.


MO: Bu kadar çok insanı yetiştirmeyi nasıl başardınız?

RT: Bence bu temelde, Cochin’deki birimimizin çekiciliğinden kaynaklanıyor. Ayrıca belki yazılarım da etkili oldu. Fikirlerimi ortaya çıkarmak için yazma ihtiyacı duyuyordum ve sadece öğretirken öğrenebiliyordum. Etrafımda öğrencilerden ziyade arkadaşlar olduğundan çok şanslıydım. Her şey Jacques Duparc ile başladı.  İlk önce tezi sırasında ve sonra da diğer alanlarda birlikte çok çalıştık. Hastane dışı pratiğim sırasında bana çok yardım etti ve doğal olarak el cerrahisine ilgi duymaya başladı.  Zaten sonra da, el cerrahisi konusunda bir usta oldu. O ve ben, birlikte El Çalışma Grubu’nun kurucu üyeleriydik. Yıllar boyunca, Cochin’den genç meslektaş nesillerinin gelip geçtiğini izledim. Bazıları, yaptığım işlere daha fazla ilgi duymaktaydı. Malek, Thomine, Valentin, Baux, Alnot, Dubousset, Lisfranc, Achach, Roux, Caffinière ve daha çoğuna teşekkürü bir borç bilirim. El ve yanıklar konularındaki çalışmalarımı onlar sayesinde sürdürebildim. Onların yardımıyla, el cerrahisi konusundaki çalışmalarımı üretebildim ve bunun için onlara minnettarım. On beş yıl boyunca, Cochin’de Yanıklar Birimini yönettim. Bu benim için hem insani hem de mesleki bağlamda olağandışı bir deneyimdi. Bu deneyim çoğunlukla acı vericiydi çünkü tam da onları kurtardığınızı düşünürken hastaların hayatlarını kaybetmesine hiçbir zaman alışamazsınız. Ne yazık ki yanıklar vücut yüzey alanının belirli bir yüzdesini geçince ölümün gerçekleşmesi bir kuraldır. Hastaların iyileşmeye başladığını gördükten sonra ölümün gerçekleşmesi, ümitlerim birçok kez paramparça etti! Serge Baux, tüm bu süreç boyunca bana çok büyük yardımlarda bulundu. Öte yandan, yanık sekellerini tedavi etmek beni çok tatmin etti. Bu bana, savaş sırasındaki cerrahi çalışmamı hatırlattı. Önceden kazandığım teknikleri yüz ve el rekonstrüksiyonunda geliştirebildim.


MO: Cochin’den ne zaman ayrıldınız?

RT: 1972 yılında, Régis Lisfranc ve Alain Gilbert ile birlikte Neuilly’de ilk El Enstitüsünü kurmak için ayrıldım. Alain ve ben, 25 yıldan uzun süredir birlikte çalışıyorduk ve yanı başımda böylesine parlak ve sadık bir dost olmasından hep mutluydum. Her zaman yeni projeler üzerinde çalışıyoruz.  Bu çalışmalardan biri olan ve Alain Masquelet ile birlikte ortaya koyduğumuz yeni el cerrahisi teknikleri atlası yayınlanmak üzeredir. El Enstitüsü boyut olarak çok büyüdü: Franklin Merkezi’ndeyken altı cerrahı vardı. Şimdi, Jouvenet Merkezi’nde on iki cerrah mevcuttur. Evet, Fransız ve yabancı asistan nesillerinin gelip geçtiğini gördüm.  Bazıları, ve hatta en iyileri şu anda Enstitüde kadrolu olarak çalışmaktadır:  Caroline Leclerq ve Christian Dumontier. Diğerleri de yabancı ülkelerden gelip bizim için karşılıksız olarak çalışmaktadır: Kuhlmann, Rousseau, Masquelet ve daha birçoğu...


MO: Kariyerinizde, yabancı okulların etkileri hakkında görüşünüz nedir?

RT: Çok hatırı sayılır bir etki. Savaş sırasına İngiliz ve Amerikalı cerrahlarla buluşmalarımın ne kadar değerli olduğunu zaten belirtmiştim. Özellikle de John Converse’in benim üzerimdeki etkisini söylemiştim. Merle d'Aubigné de yabancılardan etkilenmiştir. Savaştan önce, İtalya’daki Vittorio Putti ve Avusturya’daki Böhler gibi büyük ortopedi merkezlerini taktir etmiştir. Zaten daha sonra da bunlardan ilham almıştır. İngilizce’yi mükemmel konuşurdu ve Kurtuluş’tan hemen sonra, İngiliz ve Amerikalılarla sıkı ilişkiler kurdu. Beni Herbert Seddon’un yanına gönderdi.  Seddon o zamanlar Oxford’da bir birimin başındaydı ve periferik sinir hasarlarının tedavisi üzerinde uzmanlaşıyordu. Bu, iki birim arasındaki yakın işbirliğinin başlangıcıydı. 1949 yılında, Fransız Ortopedi Topluluğu, yıllık rapor konusu olarak Dupuytren Kontraktürü’nü seçti (Bu, daha sonraları terk edilmiş bir adetti). Ben de, Seddon’un asistanı olan J.I.P. James ile birlikte çalışarak bu konuyu hazırlama görevine atanmıştım. Kanalın her iki tarafından da karşılıklı gidip gelmeler başladı. Cochin’de plastik cerrahi ve el cerrahisinden sorumlu olduğumdan, İngiltere’ye seyahatlerimi uzatmaya başladım çünkü bu yeni bilim dalları Fransa’da öğretilmiyordu. En önemli plastik cerrahi birimleri iki Yeni Zelandalı tarafından yönetilmekteydi:  Sir Harold Gillies ve Sir Archibald McIndoe. Her ikisi de, savaştaki hizmetlerinden dolayı şövalye ilan edilmişlerdi. Onlar mükemmel cerrahlardı. Her ikisi de kuzendi, çok yakışıklıydılar, inanılmaz muziptiler ve her zaman muhteşem görünümlü, gönüllü yardımcı hanımlar grubu tarafından çevreleniyorlardı. McIndoe sadece Rolls’a binerdi ve başarısını, hala Victoryan olan bir İngiltere’de göstermekteydi. Guy Pulvertaft, en ünlü el cerrahı, çok farklıydı. Soğuktu, çok dindardı ve hayatını hastalarının ve yakınındakilerin hizmetine adamıştı. Bana, fleksör tendon greftleme tekniğini öğretti ve benim en iyi arkadaşım oldu. Ele meraklı bir grup sivri İngiliz cerrah, bir “El Kulübü” kurmuştu.  Bu kulüpte sadece on kişi vardı ve bunlar Watson Jones, McIndoe, Capener, Pulvertaft ve diğer iyi bilinen şahsiyetlerden ibaretti.  Kulüp yılda iki kez toplanırdı ve çok kısa olan çalışma seansı seçkin bir akşam yemeğiyle biterdi.  Birkaç buluşmaya ben de davetliydim. Ancak bu seçkinci buluşmalar, tüm İngiltere’yi etkileyen demokratikleşme hareketinden kaçamıyordu. Graham Stack önderliğinde yeni bir cerrah nesli, “İkinci El Kulübü”nü kurdu. Bu kulüp daha aktifti ve evet, ben de baştan beri bu kulübün üyesiydim. İşte, Fransa’da benzer çalışma grupları kurma fikri buradan geldi. 1948 veya 1949’da, arkadaşlarım Daniel Morel Fatio ve Claude Dufourmentel ile birlikte Fransız Plastik Cerrahi topluluğunu kurduk. Sadece birkaç yıl sonra da, Duparc, Vilain, Michon ve Rabischong ile birlikte El Çalışma Grubu’nu kurdum. El Çalışma Grubu’nun gelişmesinde hepimiz çok önemli rol oynadık. Bu toplulukların hedefi, yeni bilim dallarıyla ilgili cerrahları bir araya toplamak ve onlara ortaya çıkan yeni teknikleri öğretmekti. Böylece üniversitelerdeki kökleşmiş eksikliklerin yeri doldurulmuş olacaktı.


MO: Siz, kendi uzmanlık dalınızda özel kuruluşların eğitim vermesini savunuyorsunuz.  Bunu, Amerika Birleşik Devletleri  ile kurduğunuz iletişimin etkisinin bir sonucu olarak görebilir miyiz?

RT: Kesinlikle! 1951’de, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir yıl çalışmak için Fulbright bursu ile ödüllendirildim. Temel amacım Sterling Bunnell ile karşılaşmaktı ki kendisi el cerrahisinin kurucusudur. Son savaşın doğurduğu, onarılamaz el yaralanması olan insanların çokluğu, Amerikalı Genelkurmay Başkanı’nı Bunnell’a eli yaralı insanların tedavisini düzenleme emrini vermeye teşvik etti. Zaten San Fransisco’lu bu cerrah yavaş yavaş bu işi yapmaya başlamıştı bile. 1944 yılında, dokuz uzmanlık hastanesi kurulmuştu. Bunnell’ın buralarda çalışacak cerrahlar açısından hazırladığı gereksinimler listesinde şu şartlar aranmaktaydı: Ortopedi uzmanlığı, beyin cerrahisi uzmanlığı ve plastik cerrahi uzmanlığı. Çünkü, kendisinin de belirttiği gibi bu kadar küçük bir yerde üç farklı cerrah için yeterli yer yoktu. Sonradan, bu eğitime sahip cerrahlar Amerikan El Cerrahisi Birliği’ni kurdular. San Fransisco’da altı ay kaldım.  Sterling Bunnell, o zaman hayattaydı ve bir efsaneye dönüşmüştü. Yazdığı El Cerrahisi kitabı, benim neslimdeki el cerrahları için İncil niteliğindeydi. Bunnell her şeyden öte bir doğacıydı. Hayatın her belirtisinde, hayvanda, bitkide ve mineralde doğanın kanunlarını arardı. Balıkların yüzgeçleri, kuşların kanatları ve eller arasında karşılaştırmalı bir çalışma yapmıştı. Elin cerrahi tedavisi için anatomik ve fizyolojik bağlamda “Temel Kurallar” ortaya koydu ve biz bu kuralları bugün hala uygulamaktayız.


MO: Bir insan olarak nasıldı?

RT: Diğer büyük insanlar gibiydi. Yani, davranışları bazen inanılmaz derecede acayip görünürdü.  Birçok hayvan ile insanların tam benzerlik gösterdiğine inanırdı. Evini ve bahçesini yılanlar, timsahlar ve kuşlar ile paylaşırdı. Gördüğüm acayip sahneleri burada tasvir etmem için yeterli zamanımız yok. Onunla birlikteyken nasıl düşünülmesi gerektiğini öğrendim. Benim üzerimdeki etkisi hala çok derindir.